Hazır aklımdayken…

Bol keseden sallayayım dedim.

Category Archives: Başımdan Geçenler

Kader

Bakın Amerika. Teknolojisiyle her şeyiyle. 1907’de 361. Bu ocakların bu noktada bu tür kazaları sürekli olan şeyler.

RTE – 2014 Soma maden faciası ardından yaptığı açıklamadan bir bölüm.

Daha önce benzer elim bir olayda bakanının yaptığı açıklama için buyrun.

Bu Aralar – 2

Madem kişisel blog tutuyorum o halde neden başımdan geçenlere daha çok yer vermiyorum dedim ve “bu aralar” serisi oluşturmaya karar verdim. Hadi hayırlısı…

– Her ne kadar elimden geldiğince direnmiş olsam da askerden sonra kafama göre bir iş bulamadım. Bir tane çok uygun pozisyon vardı fakat uzun süre beklememe ve defalarca çok uygun bir aday olduğum belirtilmesine karşın bir türlü yeni çalışan alımı yapılamadı. Ben de yeter bu kadar atalet diyerek eski işime döndüm. Let the ızdırap begin.

– Yakın zamanda çıkan Shadowrun Returns‘u bitirdim. Bu sayede piyasadaki old school RPG projelerinden haberdar oldum. Şimdi merakla Wasteland 2 ve Cyberpunk 2077’yi bekliyorum.

– Spotify sayesinde 22-20s’i keşfettim. Bir süredir bol bol dinliyorum. Yakında hakkında bir yazı yazarım.

– Kelimelik isimli Scrabble çakması oyuna dadandım. Bununla da kalmayıp tozlu raflardan Scrabble’ı indirdim. Haftada birkaç akşam annemle kapışıyoruz.

20131104-022750.jpg

– Daha önce bir yazımda adı geçen nokta vuruşlu yazıcımı sahibinden.com aracılığı ile sattım. Sanırım hayatımın ilk ikinci el satışını yapmış oldum böylece.

– Powerline adında bir teknolojinin varlığından haberdar oldum. Elektrik hattı üzerinden ethernet haberleşmesini mümkün kılan bu teknik bana lisede lamerlerle dalga geçmek için kullandığımız “prizden heklerim bilgisayarını” kalıbını hatırlattı.

Albüm Taramak

Her şeyin yedeğini, yedeğinin yedeğini almayı hayat düsturu edinmiş garantici (ya da bir miktar paranoyak) biri olarak ailemizin kıymetli fotoğraf albümlerinin dijital yedeğini almayı uzunca bir süredir düşünüyordum. Bu tarz bir işe girişmek için öncelikle ciddi ölçüde zaman harcamayı göze almak gerekiyor. Bu yorucu iş tamamlandıktan sonra “lan keşke şöyle yapsaydım” dememek içinse en baştan her şeyi düzgün planlamak ve en uygun yöntemleri araştırmak çok önemli.

Teknolojik gelişim hızının boku çıktığı için bundan 10 sene öncesine kadar standart olarak kullanılan analog kameralar artık sadece dinazorlar tarafından tercih ediliyor. Ben işin teknik ya da sanatsal tarafına uzak olduğum için (bu arada fotoğrafın bir sanat dalı olup olmadığı konusunda henüz ortak bir kanıya ulaşılabilmiş değil) analog iyi dijital kötü muhabbetine anlam veremiyorum zira dijital kolaylık ve yetkinlik varken neden analogda ısrar edenlerin olduğu cevaplayamadığım sorulardan oluyor. Kıt bilgimle atıp tutmak istemesem de için için analog kullanıcılarının sırf cinslik yapmak için bu seçimlerinde ısrar ettiklerini düşünüyorum.

Neyse zaten bizim eve hiçbir zaman köşedeki fotoğrafçının sattığı dandik makinelerden başka makine girmedi. Yaşam kalitesinin üzerinde pek durmayan bir aile olarak “işimi görsün yeter” görüşünden ayrılmadığımız için albümlerimizdeki fotoğraflar da “anca iş görür” seviyesinde. Ne olursa olsun benim nazarımda son derece kıymetliler ve gelecek nesillere aktarılmaları gerekiyor. Benim gibi düşünen pek çok kişi olduğunu bildiğim için başımdan geçenleri anlatayım. Gerçi sıfır ziyaretçi ortalamasıyla devam ediyor blog ama bir gün elbet birinin işine yarar.

Öncelikle elimizde bir tarayıcı olmalı. Tarayıcı kalitesi yapacağımız işin kalitesindeki en önemli faktör. Piyasada milyarlık tarayıcılar olduğu gibi all-in-one yazıcılarda bulunan düşük seviye tarayıcılar da mevcut. Dediğim gibi zaten bizdeki fotoğrafların hali hazırda yüksek bir kalitesi olmadığından yazıcımdaki (Samsung SCX-4600) tümleşik tarayıcıyı kullanmakta sakınca görmedim. Aile albümleri için yeterli olduğunu düşünüyorum.

Tarama kalitesinin en yüksek olduğu yöntem direk negatiften tarama. Bizde yoktu ama sizde fotoğrafların negatifleri duruyorsa bunları tarayabilecek bir cihaza yönelmek mantıklı olabilir. Özellikle kaliteli bir makineyle çekilmiş kaliteli fotoğraflar için bu yolu seç(ebil)mek güzel olur. Tabi bu tip cihazların da maliyetleri yüksek oluyor.

Tarayıcıların çok fazla bir ayarı yok. Yapacağınız en önemli seçim çözünürlük seçimi olarak karşınıza dikiliyor. Okuduğum kadarıyla herkes 300dpi çözünürlüğün bu iş için yeterli olduğunda hemfikir. Ben de yaptığım testlerde 300dpi ile 600dpi arasında önemli bir kalite farkı olmadığına, buna karşılık tarama sürelerinde çok ciddi bir fark olduğuna kanaat getirdim. Yani çözünürlüğü 300dpi seçebiliriz.

Tarama konusunda diğer önemli bir seçenek kayıt formatı. Tutup da zaten tarama esnasında bir miktar kalite kaybına uğramış görüntüyü bir de jpeg gibi bir sıkıştırma formatıyla kaydederseniz yaptığınız işin üzerine tüy dikmiş olursunuz. Jpeg çok kral bir sıkıştırma formatıdır ama depolama araçlarının iyicene geliştiği bir ortamda fotoğraflarınızı sıkıştırmadan kaydetmeyi seçmelisiniz. Bunun için tiff en uygun seçim olarak karşımıza çıkıyor. Ben yaklaşık 1000 adet fotoğraf tarattım ve 6GB kadar bir yer kaplıyorlar. Sıkıştırmaya değmeyecek kadar küçük bir alan. Eğer Dropbox gibi sanal bir sürücüye yedek almayı düşünürseniz buraya koyacağınız dosyaları jpeg’e çevirebilirsiniz. Yine de bir yerlerde tiff halleri bulunsun.

Elinizde yüzlerce fotoğraf var. Bunları tek tek taratmak gibi çılgın bir fikirle yola çıkmayın. Tarayıcınız benimki gibi flatbed bir tarayıcı ise aralarında bir miktar boşluk bırakacak şekilde maksimum sayıda fotoğrafı tek seferde tarayın. Bu şekilde aynı anda ortalama 4 fotoğraf taramak mümkün oluyor. Eğer elinizde otomatik beslemeli bir tarayıcı varsa bir deste fotoğrafı koyup hepsinin takır takır taranıp bilgisayara aktarılmasını keyifle izleyebilirsiniz. Lakin böyle bir durumda fotoğrafın sıkışıp zarar görmesi, fotoğrafların temiz olmaması durumunda tarayıcının sürekli temizlenmesi gerekmesi gibi sorunlar çıkabilir. Pek çok kişide flatbed tarayıcı olduğunu düşünerek devam ediyorum.

Taradığınız fotoğraflar albümlerinden çıkıyorsa ya da direk albümde değillerse dediğim gibi aynı anda 3-4 fotoğraf tarayabiliyorsunuz. Buna karşılık yapışkan tabanlı, jelatin korumalı albümlerdeki fotoğraflar işi zora sokuyor. Bu albümlerdeki sayfalar A4 formatından büyük olduğu için her sayfayı 2-3 defa taratmadan tüm fotoğrafların tarandığından emin olamıyorsunuz.

İşinizi yaparken titizlenin çünkü çok meşakatli bir işe giriştiniz ve bittiğinde kesinlikle tekrarlamak istemeyeceksiniz. Öncelikle tarayıcı temiz olmalı. Yüzlerce fotoğrafın ortasında kıl görünmesini istemezsiniz. Bu nedenle LCD ekran temizleme solüsyonlarıyla tarayıcının camını ve kapağını silin. Bir fener yardımıyla toz, kıl, yün kalıp kalmadığından emin olun. Tarayacağınız fotoğraflar ister istemez tekrar kirlenmeye sebep olacağından bu temizliği ara ara tekrarlamalısınız. Bir elinize lastik eldiven takarak fotoğraflarda ve tarayıcının camında parmak izi bırakmanın önüne geçebilirsiniz. Bunu yaptığınızda ilk temizlikten sonra ara ara yumuşak bir fırçayla tarayıcı camındaki tozları temizlemeniz yeterli oluyor.

Uzun uğraşlar sonucunda tüm fotoğrafları 300dpi çözünürlükte tarattık ve tiff formatında kaydettik. Şu an elinizde her birinde 3-4 fotoğraf bulunan yüzlerce tiff dosyası var. Üstelik bu fotoğraflar ister istemez yamuk taranmış durumda. Her bir dosyayı açıp, içindekileri tek tek ayırıp, açılarını düzeltip, yeni dosya ismi verip kaydetmemiz gerek. Böyle bir iş taramaktan daha zahmetli olacaktır. Dünyada bu işe kalkışan ilk kişi siz olmadığınız ve hala dünyada iyi kalpli insanlar olduğu için şu sitede anlatıldığı üzere Photoshop ya da GIMP kullanarak bu zorlu işi otomatiğe bağlayıp çözüyoruz. İlgili yazıda GIMP’in bu konuda Photoshop’a nazaran daha başarılı iş çıkarttığı belirtilmiş. Zaten Photoshop sahibi olmadığım için hemen GIMP’i kurup anlatılan ayarları yaptım. Bu yöntemle günler sürecek işlem dakikalar içinde tamamlanıyor. GIMP’in fotoğrafları düzgün bir şekilde ayırması için birbirlerine çok yakın taranmamış olmaları gerekli. Tararken buna dikkat ettiğiniz sürece ayırma işleminde pek bir sorun yaşamıyorsunuz. Buna karşılık yapışkanlı albüm sayfalarında genellikle arkaplan desenli olduğu için program ister istemez başarısız oluyor. Bu durumda kesme çevirme işlerini elle yapmak gerekiyor. Ben bu şekilde toplam 250 fotoğraflık 3 albümü 2 tam günde ayırabildim. Bir süre sonra insanın midesi bulanıyor. O nedenle bu tarz arka planı desenli yapışkanlı albümler ne kadar azsa o kadar kolaylaşıyor işiniz.

Tüm fotoğrafları taradınız, ayırdınız ama işiniz henüz bitmedi. Bazı fotoğrafların arkasında yazı yazılmış oluyor. Bu yazıları da bir text dosyasında tutmak önemli. Hatta bunun üstüne bir de aile büyüklerinizi toplayıp bir fotoğraf gösterimi yapar, bunu da videoya kaydederseniz ilerleyen yıllar için 10 numara 5 yıldız bir iş yapmış olursunuz.

Yapılacak son bir şey kaldı o da depolamak. Sarfettiğiniz bunca emeği tek bir yerde tutarsanız kafanızı taşlara vurmanız için çok beklemeniz gerekmez. Genel kural en az 3 yedek almadıkça verinin güvenliğinin olmadığı yönündedir. Bu nedenle 1 yedeği bilgisayarda, 1 yedeği harici harddiskte, 1 yedeği de DVD ortamında tutmayı tercih ediyorum ben. En garantili yedekleme tercihi belki Dropbox gibi sanal ortamı olarak gözükebilir ancak bundan 30 sene sonra bu firmaların hizmetlerine devam edip etmeyeceği muallak olduğundan sadece bu tarz bir seçeneğe bel bağlamamak lazım. Üstelik şifre çaldırma ya da direk bu hizmetlerin hacklenmesi durumunda elinizdeki verinin güvenliğinden söz etmeniz imkansız hale geliyor.

Toplamda 1000 civarında fotoğrafı tarayıp işlemem 1 hafta kadar bir zamanımı aldı. Boş dönemime denk geldiği için uzun uzun çalışma fırsatı buldum. Eğer işten geldikten sonra günde 1-2 saat bu işle meşgul olacaksanız (ve benim gibi flatbed bir tarayıcı kullanıyorsanız) 2-3 haftalık bir maratonu göze almanız gerekecektir. Her şeye rağmen yıllar sonra açıp çocukluk fotoğraflarınıza baktığınızda “iyi ki yapmışım” diyeceğiniz bir iş olduğuna emin olabilirsiniz.

IMAGE00073

Bir Ayağı Çukurda Teknolojiyi Diriltme Çabaları – 3

Bol bol vaktim olduğu için evde aksayan ne varsa düzeltemeye giriştim. Önce evdeki kullanılmayan bilgisayarı ve diğer aygıtları elden geçirdim (serinin ilk iki yazısı bunlar hakkındaydı). Daha sonra bozuk dolap kapaklarının menteşelerini yeniledim, bir ayağı çatlak sandalyeyi onardım, ayakkabı dolabına bir raf ekledim, sarkan arızalı prizi değiştirdim, ekran kartı çipseti yerinden oynayan notebooku tamir edemeyince reball işlemi için bilgisayarcıya götürdüm (çok içime oturdu ama tamiri benim becerilerimin dışındaydı). Bunlar gibi ufak tefek işler bitince ne zamandır planladığım fotoğraf albümlerini tarayıp bilgisayara aktarma işine başlayayım dedim. Bu amaçla yılda en fazla 2 kez açılan bir dolaptaki albümleri indirirken gözüme bir şey ilişti. Albümleri bir tarafa bırakıp elime çocukluğuma dair flu bir anı olarak kalan bu cihazı aldım.

IMG_0121

Hayatımın ilk “atarisi”

Bahsettiğim cihazın ismi “Teletrans TV Sport”. Kendisi 70’lerde üretilmiş ilk atari oyunlarından biri olan Pong‘un sayısız taklitlerinden biri. Kasasında üretim tarihine ilişkin bir ibare göremediğimden net bir bilgim yok ama 80’lerde üretilmiş olduğunu sanıyorum. Kendisiyle çok fazla vakit geçirmemiştim ama o zamanlar Amiga öncesinde inanılmaz bir cihaz olarak görüyordum. Bir kere TV’ye bağlanıyordu ki bu çekiciliğini anlatmak için yeterli bir şeydi. Müzik yoktu ama sesler vardı. Şimdiki modern torunlarıyla karşılaştırınca komik dursa da gamepadleri vardı. Hiç de küçümsenecek bir cihaz değildi yani.

Hemen TV’ye bağladım kendisini. Şimdiki dijital monitörlerin getirdiği alışkanlıkla takar takmaz görüntü alamayınca bozulmuş herhalde diye düşünerek kapatıyordum ki Amiga zamanlarında TV’de görüntüyü arama yaparak bulduğumuzu anımsadım. Kısa bir arama sonucunda 20 yıl önce oynadığım oyunu TV ekranında tekrar gördüm.

IMG_0114

Danteliyle, çiçeğiyle tam bir anne evi

Cihazda 4 farklı mod var: masa tenisi, futbol, duvar tenisi ve alıştırma. Aslında hepsi hemen hemen aynı şeyler. Aşağıda bu 4 moda ait fotoğraflar bulunuyor.

Modlar

Soldan sağa sırasıyla: alıştırma, futbol, tenis ve duvar tenisi modları

Cihazın çalışacağına pek ihtimal vermezken neredeyse kusursuz bir şekilde çalışması (gamepadlerden biri arızalıydı ama biraz uğraşılsa çözülecek türden bir şey olduğuna eminim) beni şaşırttı. Seriye uygun olması için başlıkta “dirilte çabası” yazsa da pek çaba gösterdiğim söylenemez. Yine de meraktan içini açıp neler dönüyor bir bakayım dedim. Ahşap kasasının alt kapağını sökünce elle üretilmiş elektronik kartına ulaştım.

IMG_0131

El emeği, göz nuru elektronik kart

IMG_0134

Kartın tasarımcısı olduğunu tahmin ettiğim Ü.E.’nin imzası

Teletrans firmasının imzası

Teletrans firmasının imzası

Maalesef ne kadar uğraştıysam da bir türlü bu kartı kaldırıp incelemeye devam edemedim. Benden yaşlı olan bu cihaza saygımdan ötürü başına bir iş gelmemesi için fazla zorlamak da istemediğimden kartın fotoğraflarını çekip kasasını kapattım. TV’de tekrar test ettikten sonra geldiği yer olan dolabına geri koydum. Kendisi emeklilik günlerine devam ediyor.

Garibime giden şey internette bu cihaz ile ilgili çok az bilgiye erişebilmem oldu. 1-2 tane tarihi geçmiş ikinci el ilanı, 1 tane kısa inceleme ve 2 tane de forum postundan ibaret internetteki varlığı. Bendeki cihazın seri numarasını (2753) göz önünde bulundurunca en azından 2000 haneye girdiğini tahmin ettiğim bu cihaz ile ilgili daha fazla yazılıp çizilmesini beklerdim. Çalışan son birkaç örneğinden birine sahip olduğumu düşündüğüm Teletrans TV Sport’a saygılarımı sunar, günün birinde meraklısı gelip de bu yazıyı okursa altına 2 satır yorum yazmadan gitmemesini dilerim.

Bir Ayağı Çukurda Teknolojiyi Diriltme Çabaları – 2

Bir önceki yazımda bahsettiğim bilgisayar kasasını satmaya karar verdim. 2005-2009 yılları arasında aktif olarak, ilerleyen dönemde de zaman zaman kullanılmış bir bilgisayar olduğundan ilk önce HDD’yi de versem mi yoksa ayırsam mı diye düşündüm. Birçok kişinin bildiği üzere HDD formatlansa dahi doğru araçlar kullanılarak veri kurtarmak mümkün. HDD’yi veri kurtarılamayacak duruma getirmek mümkün mü sorusundan yola çıkıp bütün haftasonumu kitledim. Daldan dala atlayarak öğrendiklerimi elimden geldiğince aktarayım.

Öncelikle neden Shift+Del ikilisinin ya da formatın yetersiz kaldığından kısaca bahsedeyim. HDD’ye yazım yaptığınızda ilgili verinin binary (yani 1 ve 0) karşılığı diskteki manyetik alana aktarılır. Siz binary olarak yazdığınız bu veriyi silmek istediğinizde HDD tüm veri alanını sıfırlamak yerine oraya “silindi” işareti koyar. Bu sayede hem defalarca yazım yapılmamış ve diskin ömrü kısaltılmamış olur hem de kısa sürede silme işlemi gerçekleştirilir. Silindi olarak işaretlenen bu alana yeniden yazım yapılmadığı sürece işareti kaldırıp veriye ulaşmak mümkündür. Veri kurtarma yazılımlarının temelde yaptıkları şey de budur. Ancak anladığım kadarıyla günümüzde daha kompleks yöntemler uygulanıyor ve veri kurtarmanın daha çeşitli yolları bulunuyor. Bu konuda derinlemesine bir araştırma içine girmedim ancak hükümetlerin HDD firmalarıyla gizli anlaşma içinde olabileceklerinden ve diskteki veri haritasının tutulmasına yarayan kullanıcı erişimine kapalı bir bölgeden bahseden kişiler gördüm. Kanımca çok büyük paranoya ve komplo teorisi ama olayın boyutunu anlama açısından önemli.

Başta sorduğum HDD’yi veri kurtarılamayacak duruma getirmek mükün mü sorusunun en kısa yanıtını vereyim: çekiç. Yaradana sığınıp çekiçle giriştiğiniz vakit diskinizden veri kurtarılması pek mümkün olmuyor. Ama benim amacım HDD’yi kullanılabilir durumda bırakıp sadece “fabrika ayarlarına” döndürmek. Mevcut diskte hayati bir bilgi bulunmaması ve alacak kişinin veri kurtarmak gibi sapıkça bir girişimde bulunma ihtimalinin düşük olması beni çekiç yerine daha yazılımsal (mümkünse linux tabalı) bir çözüm arayışına itti.

Araştırmalarımda ilk karşıma çıkan çözüm “shred” komutu oldu. İnternette pek çok kişi aynı soruyu sormuş ve çoğunlukla shred cevabını almış. Shred ile diske random veri yazmak ve tüm diski sıfırlamak (binary anlamda) mümkün. Bu işlemi belirlediğiniz defa tekrarlıyor. Söylenenlere göre Amerikan ordusunda bu tekrar sayısı 7 imiş (11 diyen de gördüm o nedenle bu rakamlara çok inanmamak lazım ama ortada bir iterasyon olduğuna hemfikir çoğunluk). Tam shred ile diske girişiyordum ki bir sitede “wipe” pakedinden bahseden bir yazı gördüm. Yazıda modern dosya sistemlerinde shred’in işe yaramayabileceğinden ve bunun yerine wipe pakedinin kullanılmasının daha iyi sonuç vereceğinden bahsediliyor. “İyiymiş hacı” diyerek wipe pakedini indirdim ve deneme amaçlı swap disk üzerine uygulamaya başladım. İşlem devam ederken manualine okumaya başladım ve paketi yazanın Berke Durak isminde biri olduğunu gördüm (günün easter egg’i). Kendisi anladığım kadarıyla veri yoketme konusunda çok şüpheci biri (paranoyak diyecektim ama hoş olmayabilir). Wipe pakedinin algoritmasını Peter Gutmann’ın konu hakkındaki meşhur makalesine dayandırmış. Gelgelelim yaklaşık 1GB boyutundaki bir alanı temizlemek için 5 saat istediğini görünce olayın bokunu çıkarmanın gerekliliğini sorguladım ve sıfırlamanın ardından kendimce küçük bir test yapmanın gerekliliğine kanaat getirdim. Böylece temizliği bırakıp veri kurtarma seçeneklerini araştırmaya başladım.

Veri kurtarma konusuna geçmeden önce belirtmek istediğim bir şey var. NTFS sisteminde shred yeterli iken ext3/ext4 sistemlerinde kayıt (journaling) aktive edilmişse başka işlemlere ihtiyaç duyulduğunu okudum. Şu forumda konuşulduğu üzere default ayarlarda ext3/ext4 sisteminin davranışı NTFS gibiymiş yani benim durumumda endişelenecek yeni bir şey yok.

Başta bahsettiğim veri kurtarma meselesine vaktiyle birkaç kez girişmiştim. Tüm bu denemelerimi Windows ortamında yapmıştım ve edindiğim tecrübe hemen hemen tüm bu yazılımların ücretli olduğu yönündeydi. Zaten makinada Linux koştuğundan Windows tabanlı çözümleri atlayarak Linux ortamında araştırmalara giriştim. Gördüğüm kadarıyla bu konuda Linux ortamında çok çeşitli seçenekler yok ve herkesin ilk önerisi “testdisk” oluyor. Testdisk aynı zamanda Windows sürümü olan bir yazılım. Yaptığım denemelerde sildiğim dosyalara ulaşmada bir sıkıntı çekmedim. Ancak dikkatimi çeken şey yakın zamanda taze kurulum yaptığım ve tüm partisyonlarını sildiğim diskte bu işlemlerden önce bulunan hiçbir dosyanın görüntülenememiş olmasıydı. Buna karşın NTFS formatındaki harici diskimi taktığımda 1 ay kadar önce sildiğim tüm dosyaları listeledi. Bu durumun sebebi Linux kurulumu ile NTFS olan tüm diski ext4 formatına geçirmem olabileceğinden şüphelendim. Testdisk’in seçenekleri arasında diske ait dosyalama tipini belirleme var fakat bu şekilde NTFS’ye çevirdiğimde bir sonuca ulaşamadım. Programın bir de eski partisyon tablolarını tarama özelliği var. Detaylı arama çok uzun (1 saat kadar) sürüyor ancak bu şekilde kayıp partisyonlara ulaşmayı ve buralardaki veriyi görüntülemeyi başardım.

Testdisk çok güçlü bir araç olduğunu farkettirdi. Kendi makinemde Linux kullanmaya devam ediyor olsaydım sürekli el altında tutacağım bir program olurdu. Bu kadar temiz iş yaptığını görünce geçen sene arızalanan netbook HDD’si aklıma geldi. Kendisinin rahatsızlığını tanımlayamayıp günün birinde ayrıntılı incelemek üzere kenara koymuştum. O gün bu günmüş meğer. USB üzerinden bağlandım ve testdisk ile arama yaptım. Tak diye buldu ne var ne yoksa. Disk çok yavaş çalışmasına karşın işe yarar tüm veriyi çekebildim.

Sonra asıl amacımdan tamamen saparak bu arızalı diski onarma çabası içine girdim. En büyük soru işareti problemin ne olduğu idi. Disk çalışıyordu ama inanılmaz derecede yavaş çalışıyordu. Bu yavaşlığı nedeniyle işletim sistemi boot edilemiyordu, USB ya da SATA üzerinden bağlandığında diskin içine girmek neredeyse imkansız oluyordu. Hazır ihtiyacım olan veriyi de kurtarmışken basayım formatı öyle bakayım dedim. Aleti USB’den taktıktan sonra görmek için bile dakikalarca beklemek gerekiyor, format atmak tam bir bela. Neyse formatladım hatta tüm partisyonları da sildim. Bu haliyle RAW olarak gözüktü ve tekrar denediğimde formatlama işlemini tamamlayamadı. Ortada muhtemelen bir bad sector vakası var diye düşünerek önce Seagate’in “SeaTools” programıyla sonra da “HD Tune” ile tarama yaptım. Ayı gibi bad sector çıktı. Bu sefer de bad sector illetine çözüm araştırmasına başladım. “Repartition Bad Drive” isminde bir programın bad sector barındıran kısmı ayırıp geri kalan sağlıklı alanı kullanıma açtığını öğrendim. Bu programla diskteki problemli kısımları ayırdım. Şu an elimde boyutu biraz kırpılmış olsa da düzgün çalışan bir HDD var. Kendisi güvenilmez bir arkadaş olduğundan depolamadan ziyade kısa süreli taşıma amacıyla kullanılacak.

Koca haftasonu böyle geçti ve henüz yapacaklarım tamamlanmadı bile. Önce geri döndürülemez şekilde HDD sıfırlamak, sonra veri kurtarmak ve en son da bad sector içeren HDD’yi kurtarmak üzerine araştırdım, çalıştım. Kriz anları dışında pek de lazım şeyler olmadığı açık ama tüm bunlarla uğraşırken büyük keyif aldım. Belki de hobi olarak bilgisayar tamirciliği yapmam gerekiyor kim bilir.

Çok dağınık anlattığım için madde madde özet geçeyim:

Güvenli bir şekilde HDD sıfırlamak: Linux altında “shred” çoğunlukla yeterli bir çözüm.

Veri kurtarmak: “testdisk” çok güçlü bir yazılım. El altında tutulması gereken bir araç.

Bad sector içeren diski kurtarmak: “Repartition Bad Drive” ile diskin sağlıklı kısmı ayırılarak kullanılabiliyor. Ancak pek çok partisyon yarattığı için (benim durumumda 7 partisyon yarattı) bunları birleştirecek bir işlem yapmak gerekli.

 

Güncelleme: Bad sectorden muzdarip HDD ertesi gün hakkın rahmetine kavuştu. Bad sector varsa çok kurcalamanın manasız olduğunu öğrenmiş oldum böylece.